takım neden oynamıyor
akaretlere demir örülmeye başladığından beri yaşıyorum bir siyaha, bir beyaza gidip gelmeyi. seçim gününden itibaren dönmemek üzere kararlar alıyorum. hepsinde er ya da geç dönüyorum tabi. del bosque'yle yeni bir başlangıç mı diye iç geçirirken: görmeden, duymadan edemediğim, kudurmama sebep bir alışkanlık haline gelecek "hoca kriz"lerinin müptelası oluverdiğimi farkediyorum. rızayla öz evlat durumundan duygusal bir ilişki yaşasak da, adem dursun ve yol arkadaşı youla birer karakedi oldu aramıza. bir koray avcı anladı beni.
gittiğine fazla üzülmedim, don değiştirir gibi hoca değiştiren bu siyah-beyaz aradığını bu sefer Tiganada buldu.. zannettim. burak yılmazdan tehlikeli silah, gökhan zandan stoper, gökhan güleçten forvet yarattı. serdarın kurtuluşu oldu. 2 kupa aldı. yetiremedi.
8-0 da askerdeydim: poşet olmanın verdiği avantajla gece nizamiye çavuşluğunun keyfini yaşadığım zamanlar. -20 dereceyi yırtarak girdiğim gazinoya henüz birkaç adım atmışken 2. gol geldi. tekrarını izledikten ve kimisi yerde kimisinin eli belinde beyazlı oyuncuları seyrettikten sonra çıktım simsiyah geceye. bir sigarayla aydınlattım: neden sigara içiyorsun diyenlere keşke o anı izlettirebilseydim. unutmaya çalışsamda gözümün önünden gitmeyen küçük beyazlı adamlarla uğraştım gece boyu. febeli bir komutanın kahkahayla karışık sözlerine kulak kabarttığımda anladım. inanmadım. ertesi gün saat 17:00 de gelecek olan gazeteyi görene dek de inanmamıştım. bir gün sonrası 17:00. simsiyah.
ne kadar laf edemesem de kendisine, o günden beri gitmesini istedim ertuğrulun, özellikle de deplasmandaki trabzon maçından sonra. ki hemen ardından yine dehşet verici deplasman performansıyla melatist geliyordu.
***
sonra geldi o. yüzündeki tebessümü eksik olmasın. son zamanlardaki kısa süreli gel gitlerimden sonra, en çok kaldığım dönem oldu. gidemediğim de denebilir. ne kadar küssem de, maç sonu toplantısındaki kendine güveni geri getirdi. arkadaşlarla maç öncesi sayısal oynar gibi denizli 11i tutturmacayı sevdirdi. hikayesi şampiyonluk kutlamalarında son bulsa efsanevi bir dönem, bir bile değil 3/4 dilimlik bir sezon geçirecekti belki de.(keşke o hikayesini yazmaya devam ediyor olsaydı)
***
o sezonun hikayesini unutur muyum bilmiyorum. ama aklıma kazınan, inönüdeki 1-3 lük ankaraspor maçı tüylerimi diken diken eden bir havaya sahip oldu ne zaman hatırlasam; bir taraftarın hocasına böylesine içten sitem ettiğine ilk kez şahit oldum. sözler elbette anlamlıydı ama sesin şiddeti bir futbol maçından çok, uğruna her şeyi yaptığı sevgilisinin ellerinden kayıp gitmesine mani olamayan bir insanın sesiydi, o sözler dökülürken inönü tek kişiydi sanki. ve denizli. koridorda kameranın karşısında, soyunma odasına doğru yürürken. bütün kaleler düşmüş, hepimiz teslim olmaya hazırken çıkıyordu ortaya, "benim adım mustafaysa" derken vuruyordu duvarlara, "bu takım şampiyon olacak! bekleyin!".
güle güle kahin.
gittiğine fazla üzülmedim, don değiştirir gibi hoca değiştiren bu siyah-beyaz aradığını bu sefer Tiganada buldu.. zannettim. burak yılmazdan tehlikeli silah, gökhan zandan stoper, gökhan güleçten forvet yarattı. serdarın kurtuluşu oldu. 2 kupa aldı. yetiremedi.
8-0 da askerdeydim: poşet olmanın verdiği avantajla gece nizamiye çavuşluğunun keyfini yaşadığım zamanlar. -20 dereceyi yırtarak girdiğim gazinoya henüz birkaç adım atmışken 2. gol geldi. tekrarını izledikten ve kimisi yerde kimisinin eli belinde beyazlı oyuncuları seyrettikten sonra çıktım simsiyah geceye. bir sigarayla aydınlattım: neden sigara içiyorsun diyenlere keşke o anı izlettirebilseydim. unutmaya çalışsamda gözümün önünden gitmeyen küçük beyazlı adamlarla uğraştım gece boyu. febeli bir komutanın kahkahayla karışık sözlerine kulak kabarttığımda anladım. inanmadım. ertesi gün saat 17:00 de gelecek olan gazeteyi görene dek de inanmamıştım. bir gün sonrası 17:00. simsiyah.
ne kadar laf edemesem de kendisine, o günden beri gitmesini istedim ertuğrulun, özellikle de deplasmandaki trabzon maçından sonra. ki hemen ardından yine dehşet verici deplasman performansıyla melatist geliyordu.
***
sonra geldi o. yüzündeki tebessümü eksik olmasın. son zamanlardaki kısa süreli gel gitlerimden sonra, en çok kaldığım dönem oldu. gidemediğim de denebilir. ne kadar küssem de, maç sonu toplantısındaki kendine güveni geri getirdi. arkadaşlarla maç öncesi sayısal oynar gibi denizli 11i tutturmacayı sevdirdi. hikayesi şampiyonluk kutlamalarında son bulsa efsanevi bir dönem, bir bile değil 3/4 dilimlik bir sezon geçirecekti belki de.(keşke o hikayesini yazmaya devam ediyor olsaydı)
***
o sezonun hikayesini unutur muyum bilmiyorum. ama aklıma kazınan, inönüdeki 1-3 lük ankaraspor maçı tüylerimi diken diken eden bir havaya sahip oldu ne zaman hatırlasam; bir taraftarın hocasına böylesine içten sitem ettiğine ilk kez şahit oldum. sözler elbette anlamlıydı ama sesin şiddeti bir futbol maçından çok, uğruna her şeyi yaptığı sevgilisinin ellerinden kayıp gitmesine mani olamayan bir insanın sesiydi, o sözler dökülürken inönü tek kişiydi sanki. ve denizli. koridorda kameranın karşısında, soyunma odasına doğru yürürken. bütün kaleler düşmüş, hepimiz teslim olmaya hazırken çıkıyordu ortaya, "benim adım mustafaysa" derken vuruyordu duvarlara, "bu takım şampiyon olacak! bekleyin!".
güle güle kahin.
ne zaman şampiyonluk diye bağırsak,
kursağımızda kalıyor,
söylesene bize hoca,
takım neden oynamıyor?!
Yorumlar