Kayıtlar

Nisan, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

yolgeçen hanı

Resim
"bu yazı sadece bir akşam mercan dede - yol geçen hanı dinlerken hayal edilerek yazılmıştır... " 2007 yılı kasım ayı falandı sanırım ankara da mercan dede albüm tanıtım konseri var idi ve ben de orada şans eseri bulunmuş idim.. sahneye çıkan arkın abi ilk olarak bu parçayı söylemiş ve ben de bu parçayı orada dinlemiştim.. sadece haykırmaya dair bişeyleri tetikleyen bir parça değil,insanın kalbini ciddi anlamda han kapısı gibi 24 saat açıp , gönlünü beyhude çabaların en ortasından alınıp, en uhrevi adımlara doğru yaklaşan musikiye ve etkiye sahipti.... "yüreğimiz han kapısı gibi yirmidört saat açık , gönlümüz cennet bahçeleri kadar geniş acılarla yar busesidir diye sevişiriz ve yalnızlık sanatının ustasıyız, çok şükür " diye bir deyişle başlıyor bu eser ve insanı acıların derinlerinden alıp,hayatın o vurucu adımlarında gönlünü sadece iyiliğe,güzelliğe açmış bir uhrevi modele dönüştürmesine yetiyor sanki.. derviş filmini canlandırsam gözümde , sadece gel gel diyen ve

günlerin gölgeleri

"çok şey söyledim. çok şey dinledim. söylenmemiş çok şey kaldı. onlari yazmaya niyetlendim. ... cesur bir yüreğin dünyaya eş bir genişlik olduğuydu söylemek istediğim. mesafelerin tek bir cümleyle özetlenebileceğiydi. uzaklıklarin yüreği olan tek bir adımla katedilebileceğiydi. dünyadaki en büyük yüzölçümünün cesur bir yüreğe küçük gelebileceğiydi. dünyadaki en yüksek doruklarin cesur bir yüreğe yetmeyeceğiydi... ... cesur bir yüreğin karanlığın kilitlerini açan tek ışık olduğuydu söylemek istediğim.. cesur bir yüreğin yerçekimine karşı kanatlanan bir çift kanat olduğuydu.. duyguların bütün prangalarini, düşüncelerin bütün ayakbağlarini tek başına çözebileceğiydi.. ... cesur bir yüreğin, gözpınarlarından dökülen billur bir damlacık olduğuydu söylemek istediğim. acıların gerçeklerden türediği ve gerçeklerin acısız olmadığıydı. hüzünlerin çevrelemediği doğrularin eksik kaldığıydı. kederlerle şekillenmeyen tanımların tamamlanmadığıydı. gözüpek yüreklerin, ne içimizi burkan acılardan,

bireylikler

"karşılaştığım hiç kimseye benzemez yapılmışım,hatta dünyada hiç kimseye benzemediğimi söylemeye cüret edeceğim.diğerlerinden daha iyi olmayabilirim,ama en azından ben farklıyım." j.j. Rousseau bireylik insanın yegane özgürlüğü ve kendi devriminin başlangıç noktasıdır.zamanın ruhunun kuşatması altındayken bireyliğe yaptığımız vurgu aslında doğrudan insanın özgürlüğüne yöneliktir. insan steve lukes'ın dediği gibi "müdahelelerden engellemelerden uzak olduğu zaman özgürdür ve bu özgürlük onun keyfince düşünüp eylemde bulunmak üzere yalnız bırakıldığı kadardır" . birlikteyken de yalnız kalabiliriz,düş kurup yaşayabiliriz.yalnız değilsek,yalnız kalma imkanımız kalmadıysa , yalnızlık tarih karşısında yenildiyse bıkmadan,usanmadan yeniden deniyebiliriz.bireylikler birlikte ya da tek başına kendini yalnızlaştırma ya da yalnız bırakma eylemidir. uygarlık ve onun kurumları başta devlet olmak üzere insanın eğilimlerinin denetlenmesine ,tutkuların boyun eğdirilmesine,arzula

festival hatıraları

Resim
28.istanbul film festivali 19 nisan tarihi itibariyle sona erdi ve ödüllerin de dağıtılmasıyla herkes mutlu,mesut nereden geldiyse oraya dönmeye,istanbul'da yaşayanlarda bir dahaki festivale kadar kazıklanmaya devam etmenin haklı gururuyla sinemalarıyla başbaşa kaldılar... Festival programı açıklandığında herkes yok bu sene iyi film yok,onun ne işi var o nereden çıktı gibi olağan eleştirilerini sürdürürken beni şaşırtan kısım sinema salon ları idi... emek , beyoğlu, rexx, atlas gibi klasikleşmiş sinemalar varken bir anda "y eni rüya" sineması göze çarpar olmuştu.. bildiğimiz o iki süper film birden sineması yenilenmiş,tazelenmiş kendini yine sinema sanatını fakat çok farklı bir içeriğin ortasında bulmuştu... açıkçası festivalde en fazla merak ettiğim milk filmini de burada izlemiş olmak bu sene herşeyi kenara bırakıp yaşasın festival diye slogan atmama sebep oldu... çok farklı duygular ile girdiğim o yeni rüya da yılların o pis kokusunu üstünden atıp tertemiz,yenilenmi

rastgele

Resim
[mehmet çakırın golü. top 90a gidiyor elbette, ama önce babacanın ellerine çarptığını da belirtelim.] ankaradan çıkan sonuca kimse şaşırmamıştır sanırım. beklenen son gerçekleşti, fenerbahçe bu sene için dükkanı kapattı. elde sadece türkiye kupası var. belki 26 yıl sonra alınabilecek kupa kötünün iyisi olarak addedilebilir. ama rövanş maçına yine bu kadroyla, hatta emre b. nin de oynamama ihtimaliyle gidecek olmaları sivas-bjk finalini daha yakın kılıyor. geçelim şampiyonluk yarışındaki rakibimiz sivasa. geçen hafta 86da kurtarmışlardı zirveyi ama sanırım artık devretme zamanı geldi. medya önünde ağlamalara mecnun-bülent ikilisinin devam edebilmesi de konya maçı sebebiyle hayli zorlaştı. sivas maçlarını takip etmemiş, sadece özetlerden ve puan sıralamasına bakıp aldanan izleyiciyi geçen haftaya kadarki açıklamalarıyla belki yanıltmışlardır. ama bugün verilmeyen kartlara ve verilebilecek penaltıya değinmek istediklerini pek sanmıyorum. özellikle ilk yarıda verilmeyen bir sarı kart var k

kamçılı adamın vedası

Resim
çocukluğumun gecelerine damgasını vuran bir üçleme olduğundan, 4.sü için dedikodular çıktığında abartısız olmamakla beraber "korku ve heyecanı" aynı kefede hissettiğimi söyleyebilirim. geceyarısı çalan zil sesi ve amcamın elinde video kasetiyle beni yataktan kaldırışı, ertesi gün tekrar izlemek.. serinin her filminde tekrarlanan, ve hiç şikayet etmediğim uykusuz gecelerle geçen sıcak film geceleri. seriyi son izleyişim ise "film geceleri" adı altında, öğrencilik yıllarımda düzenlediğimiz ufak organizasyoncuklara denk gelir. serinin son filmi içinse aynı şeyleri söylemeyeceğim elbette. bahsettiğim gecelere harrison fordun ihaneti olarak bile düşünebilirim son filmi. tüm bu önyargılara rağmen, filmin başlangıcının ve ilk 3 serideki ekran görüntüsünün korunarak, kısa bir aradan sonra gelmiş devam filmi havası vermesi biraz olsun heyecan katmış oldu. ama övgüden çok şikayetim olduğu gerçeğini de değiştirmez bu özellik. öncelikle konu ilgi çekici gibi. perudaki çizgilere

kırıka

Resim
şimdi müziğin o acayip duygusunu anlatan,paylaştıran bir albüm tanıtmak istiyorum burada; albümün ismi " kaba saz " , albüm sahibi kırıka. bu bir ege albümü. aslında egeden ziyade, türkiyenin derinlerinde pek farkedilmeyen şairi mustafa kamil gök anısına yapılmış bir muhteşem hatıra. şarkı sözlerinin hemen hemen hepsi onun şiirleri, geri kalanı da zaten muhteşem adam salih nazım peker tarafından yapılmış veya düzenlenmiş şarkılar. salih abim istanbul blues kumpanyası ile yıllar önce çok farklı bir müzik tadı ile damaklarda kalmıştı, ardından bir ara sonrası bu sefer kırıka projesi ile sevenlerine selam çaktı ve kaba saz ile aslında özünde yapmak istediklerine yeni bir şey kattı. albüm bekardım yer yatakta geçirdim geceği ve kıskanılan örümceğin hikayesiyle başlamakta, ve tam bir ege ritmi eşliğinde aslında hikayenin böyle eğlenceli olacağına dair bir ışık sunuyor. devamında albümün ismiyle üzerine simler serpiştirilmiş kaba saz gelmekte. albümün hareketli ama salih nazım abin

inönünün akıbeti?

Resim
ha yıkıldı ha yıkılacak diye iki sene geçti nerdeyse. geçen sene tek engel anıtlar kurulu gibiydi ama bu sene işin renginin değişmeye başladığını görüyoruz. oraya harika kompleksler yapılabilirden tutun da, eski haline, saray ahırına dönüştürülsüne kadar türlü türlü yerlere çekenler var durumu. bir anlık hevesle ağızlardan bal damlayarak söylenmiş sözler olarak görüyorum sadece. söylenenlerin hepsi birkaç yıl bile sürmeyecek gösterişlerden sonra sönecektir eminim, ne kongre vadisi, ne de ahır oraya hakettiği değeri vermez. önce hıncaldan duymaya başladık bunları, sonra engin ardıç birkaç defa ağzına doladı, bugün de dilinden düşürmemiş. "sarayın dibinde futbol oynama ayıbı" tarifiyle anlatmaya çalışıyor stadın başka yere taşınması gerekliliğini. yeni trend bu olmalı, sanki bütün stadyumlarımız şehir dışında; istanbuldakilere bakarsak önce, birisi mecidiyeköyde binaların arasında, diğeri kadıköyün ortasında, şehir dışında tek stadyum var, o da malum olimpiyat, ki dünkü beledi

siyah-beyaz || yiğit özgür

Resim

yakarız bu gezegeni! yakarızzz

Resim
Yakıyorsak Aşkımızdan! Yanıyorsak Sevdamızdan!

1 nisandan

Resim
1 nisanda internette dolaşırken rastladığım şakalardı bunlar. ekşisözlüğün sağ frame şakası 1 nisanın ilk birkaç saatine denk geldi. fazla uzatmayıp kaldırdılar tabi. ikincisi görüldüğü üzere bugün gazetesinin gündemdeki seçimden esinlenerek yaptığı bir nevi sazan avı. sonuncusuna ise radikalde rastladım..:) :)

z'amansız' veda

Resim
resim: internetspor.com aslında sadece gündem de olduğu için bir çift laf etmek istedim. herkes konuşuyor, e bizimki torba zannedilmesin diye sadece; sağlık olsun.

şimdi bir milli takım reklamına gidiyoruz

Resim
Milli takım iki tane 90 dakikalık futbol maçı oynayacak, televizyonlarda milli takım üzerinde üretilmiş 900 saatlik reklâm izliyoruz. Üstelik döne döne okunanlar üç tanecik reklâm filmi... Ben artık bu reklâmlar her çıktığında ya kanalı değiştiriyorum ya da televizyonumun sesini kısıyorum. Bu yazıda o reklamlarda ne dendiğini kelimesi kelimesine aktaramazsam beni bağışlayın. Pekiyi ben kimim? Reklâm filminin birinde “Biz kimiz” sorusu soruluyor. Ardından bir dizi kusursuz vasıf sıralanıyor ve ‘tekçi’ bir kimlik tanımlanıyor. Tabii zaafları, zayıflıkları, kararsızlıkları olan benim gibi sıradan biri, böyle kusursuz bir üst varlığın parçası olarak göremiyor kendini. ‘Karşı kamptan’, ‘öteki’lerden, ‘amma siiiz!’den biri kalmaya mahkum oluyor. Oysa şöyle denebilirdi. “Biz kazanma hırsını zaman zaman saldırganlığa vardırsak da sonradan pişman olur içten özeleştiri yapar, özür dilemeye çalışırız.. Herkesi kendi farklılığı içinde kabul eder, bunlardan bir güç, bir yaratıcılık çıkarırız... Yen