Into The Wild
Into The Wild, nam-ı diğer Özgürlük Yolu..
Bir "hayat"ın hikayesi ama nasıl bir hayat. Biyografilerden hoşlanmam pek ama seneler önce bu filmi sırf Sean Penn yönettiği için izlemek istemiştim. Hayatım değişmedi tabi bu filmi izleyince ama izleyen herkese hissettirdiği gibi bana da elimde sadece bir yaşamın olduğunu ve onu yönetmenin sadece ve sadece bana ait olduğunu aklıma getirdi. Chris'in tüm yaşadıklarının harfi harfine gerçek olması insanı derin sorgulara itmiyor değil. E tabi bunda etkilendiği yazarlar da cabası.. Jack London, Hemingway, Thoreau gibi Chris'in okuduğu isimler yaratışılın aslında doğadan geldiği, sosyalizm, özgürlük, anti-kariyer gibi kavramları bastıra bastıra aklımıza sokuyor filmde. Büyük topluluklar halinde yaşayan, geçim sağlamak için birbirlerini yok sayan insanlardan uzak olmanın nasıl bir his olduğunu anlatıyor bize. Cebindeki bütün parayı ve kimliklerini yakar ve ortadan kaybolur Chris. Alaskadır hedefi (heart of the wild). Kimsenin olmadığı bir dünyadır istediği aslında, sırtında çantası, elinde kitabı, kolunda tüfeği ile acemice atılır doğaya. Biliyoruz tipik Amerikan fimlerini ve herşeyi becerebilen başrol aktörlerini ama bu sefer öyle olmadı. Doğa tıpkı "The Call of Wild"da olduğu gibi güçlü, "Heart of Darkness" gibi acımasızdı. Filmi anlatmıyorum size burda, sadece sizde bırakacağı muhtemel etkiyi tahmin etmeye çalışıyorum.
Bütün acılara rağmen izleyende "ben de istiyorum arkadaş" dedirten bir hikayedir bu. Ama kimsenin cesaret edip de yapamadığı türden. Sinirlenince "basıp gidicem abi ya" demek kolay geliyor bazen. Biz basit insanlar genelde bizim kadar basit olan olaylara ve insanlara kızarız hep. Peki ya bir insanın kızdığı şey bu dünyanın ta kendisi ise ne olurdu acaba diye sorarsanız, cevabı hikayede gizli derdim size..
"Christopher McCandless: I'm going to paraphrase Thoreau here... rather than love, than money, than faith, than fame, than fairness... give me truth."
Yorumlar
filmin özeti bu cümleydi hey be nasıl güzel bişeydi bu