The Black Mirror

                                                           The  Black Mirror 

       Gelişen teknoloji insanların insanlığını elinden alırsa geriye etten bir yığın kalır. İnsanoğlu emin adımlarla bu yolda ilerlemekte ve kendi kendini yok etmeye mahkum etmekte. Bilgisayarsız, telefonsuz, bir hiçiz. Telefonumuzu olmazsa olmaz bir organımız gibi yanımızdan ayıramıyoruz. Sürekli internetteyiz, aktifiz, pasifiz ama oradayız. Sürekli takip halindeyiz, ya da ne kadar takip ediliyoruz diye merak halindeyiz.  Bu durum sosyal medyayı günden güne besleyerek patron koltuğuna oturtacak. Oturtsun da.  Diyelim ki öyle bir zaman dilimindeyiz ya da demiyelim öyle bir zaman diliminde geçen bir işe göz atalım...

         The Black Mirror.  3 bölümlük 3 bölümü de ayrı yönetmenler tarafından çekilmiş, bölümler arası  devamlılığı olmayan İngiliz yapımı uyku kaçıran cinsten bir mini dizi. Derdini çok net ortaya koyan bir iş.

          İlk bölümde Kraliyet Ailesinden Prenses Susannah kaçırılır. Kaçıranlar Başbakan Michael Challow'u şok edici bir ikilemle karşı karşıya bırakır. Başbakan, prensesi kurtarmak için canlı yayında bir domuz ile cinsel ilişkiye girmek zorundadır. Burada ikilemi yaratan sosyal medyadır. Haber bir virüs gibi yayılmakta karar verme ya da tercih etme yetkisi kişinin elinden alınarak kişiyi aşan bir durum haline gelmektedir. İngiltere’nin başbakanıysanız  televizyon patronlarına çok rahatlıkla hükmedebilir istediğiniz haberi yayınlatır ya da istemediğiniz  görüntüyü yayından men edebilirsiniz. Peki sosyal medyanın patronlarına nasıl hükmedeceksiniz. Cevabı çok basit. Yapamazsınız. Başbakan da olsanız bunu yapamazsınız.

       İkinci bölümde insanlar bilgisayar oyununun bir parçası gibi, tek yaptıkları şey pedal çevirmek. Pedal çevirmedikleri zamanda da dört tarafı ekranla çevrili hücrelerinde reklamları izlemek zaten mallığın dibine vurmuşken daha da mallaşmak. Pedal çevirmek onlara avatarlarına saç baş almalarını ve pedal çeviremeyen ezikleri daha da ezme hakkı sağlıyor. Bu bölümü oyunculuk birinci sınıfta olan arkadaşlara şiddetle tavsiye ediyorum. ‘’Olmayan nesne çalışması’’nın dibine vurmuşlar.

           Üçüncü bölümde paronayak insan modelimiz var. Evimizde yeterince korunaklı mıyız,  yeterince seviliyor muyuz, sevdiğimiz kişiye güvenebilir miyiz, aldatılıyor muyuz, korkularımız etrafımızı  kuşatır ve o alan git gide küçülür. Git gide özgür alanımız daralır ve bir süre sonra yok olur. Kendimizi huzurlu hissedeceğimiz bir yer kalmaz ne içimizde ne etrafımızda. Bu paronayak insan teknoloji ile donatılırsa ne yapar?

          Kimseye güvenmiyoruz ne kendimize ne sevdiğimize. Eger kulağımızın arkasına bir çip yerleştirilirse ve bu çip sayesinde yaşadığımız her anı kaydedebilirsek istediğimzde ileri geri sarabilir  hatta istersek bir ekrana yansıtıp yanımızdakilere bile izletme lüksüne sahip olursak ve aymı zamanda da eşimize güvenmiyorsak ne yaparz?  Hayatımızı cehennem çecirecek olan anahtarı elimizde tutuyor olurduk. Üçüncü bölümde o anahtar herkesin elinde tek yapmaları gereken ileri geri tuşuna basmak.

       Her şe dokunmatik. Telefonumuz neredeyse her ihtiyacımızı karşılıyor. Tüh be keşke bi de bize sarılabilseydi.:)

Yorumlar

Bekowski dedi ki…
dokunmatik teim olmadan bir hiçim. servise gitmesi gerekiyor küçük bir arıza için 30 gün dediler yastayım:)
ajtenka dedi ki…
o zaman acil şifalar dilerim hem sana hem telefonuna:)
meoezcan dedi ki…
çok güzel olmuş çok da iyi olmuş ajtenka, hoşgeldin valla
ajtenka dedi ki…
hoş gördük:)

Bu blogdaki popüler yayınlar

bir çarşamba akşamı..

gol sevinci - gutiden gol haberi

yapma boruc, 3 oldu!